Ailemin kendi yazıp çizdiği kader defterinde benim için başka bir senaryo çizilmemişti.

Merhabalar. “Umarım hepimiz bir gün çıkış yolu buluruz” diyerek, güzel dilekler ile başlamak istiyorum yazıma. Bu sayfayı keşfettiğimde ben de haykırmak, içimdeki her şeyi tek tek dökmek istemiştim. Ardından “Hayır” dedim kendime. Hayır. Başarmadan, isteğini elde etmeden göndermeyeceksin hikayeni. Şu an ise buruk bir çocuk heyecanı ile yazıya döküyorum hikayemi.

Klasik, muhafazakar bir ailede ve çevrede doğmuş, büyümüş bir kadınım ben de. Ailem muhafazakar olmalarının aksine pek baskılarını hissettirenlerden değillerdi. Bazı aileler ellerinde çocuklarının boyunlarına geçirdikleri tasma ile istedikleri yollara sürüklerler çocuklarını. Bazıları ise çocuklarının yanında yürür, elleri omuzlarındadır. Çocuklarının yanında, onları istedikleri yollarda yürütürler. Baskıyı somut bir şekilde hissetmesen bile, soyut bir şekilde boğar seni.

İşte benim ailem de tam böyle. Liseye geçerken kendi isteğimle (!) kapanmıştım. Kapandım, çünkü önüme sunulan başka bir seçenek yoktu. Ailemin kendi yazıp çizdiği kader defterinde benim için başka bir senaryo çizilmemişti. Kapandım, ama sanki o örtü başımı değil de kalbimi örttü. Ruhum sıkıştı günden güne, gözlerimin ışığı söndü, çırpındım, çırpındım ama başka hiçbir çıkış yolu bulamadım. Çok severdim şarkılar söylemeyi, spora ilgiliydim, müziği çok severdim, paten kayardım sabahtan akşama kadar. Bu karar ile bitirdim kendi kendimi. Sevdiğim her şeyi bırakmak zorunda kaldım. Daha gençliğinin baharına bile uğramamış küçük bir kız iken bir anda büyümemi, kocaman bir kadın olmamı beklediler. Yapmaya çalıştım ama elime yüzüme bulaştı.

Dini baskılar sadece bununla da bitmedi tabii. İlk önce dayak zoruyla namaz kıldırmaya başladı annem beni. Ardından son sınıf hariç tüm lise hayatım boyunca her cumartesileri Kuran kurslarına gittim. Gözümü morartırcasıya, yüzümü şişirene kadar döverdi beni gitmem için. Sevgiyle yaklaşmaya çalıştım oraya, uyum sağlamaya çalıştım ama sadece nefret ettim. Tek sebebi annemin muamelesi de değil, verdikleri eğitim şekli beni öylesine öfkelendiriyordu ki, midem düğüm düğüm oluyordu. Uyum da sağlayamıyordum bir türlü zaten. Göze batmamak için verdikleri dersleri eksiksiz yapsam, aralarında en başarılı ben olsam da yine de bir yerden patlak verip duruyordum işte.

Birçok kez açılmak istediğimin imalarını yaptım anneme. Neredeyse onuncu sınıftan beri sürekli bunu dile getiriyordum. Ardından lise bitti, kendi kendime yeni bir başlangıç yapma konusunda karar verdim. En sonunda cesaretimi toplayıp çıktım annemin karşısına, ama sonuç tabii ki de hüsran oldu. “Orospu mu olacaksın başıma bu saatten sonra” diyerek beni bitirmişti zaten. Üniversite hayatım ile tehdit etti, söylediklerini yapacak bir insan olduğu için de hiçbir şey yapamadan kabul etmek zorunda kaldım. O gece inanıp inanmadığımı bilmediğim tanrıya binlerce dua ettim, “Lütfen, bana sabahı gösterme” diye. Kusana kadar ağladım, annem ise yatağına gidip mışıl mışıl uyudu. Ardından birkaç hafta yüzüme bakmadı bile. Aynı sofraya oturmaz, yüz yüze bakamaz olduk.

Aile baskısından kurtulmak istediğim için bile isteye İstanbul’a yetmeyecek bir puan yapıp ayrıldım ailemin yanından. İsteseydim eğer, ailemden gizli olarak yapabilirdim bunu. Ama istediğim bu değildi. Annemden köşe bucak saklanarak yaşamaya başlayıp, ondan daha fazla soğumak istemiyordum. Yıllarca başörtü ile boğuşmanın verdiği anksiyeteye bir de bu eklenmişti. Önceden pek sık yaşamasam da açılma konusunu açtıktan sonra atakların sıklığı artmaya başladı fazlasıyla. Kendime olan nefretime bir de bu katlanarak eklenmeye devam ediyordu. Kendimi kaybetmiştim sadece bir örtü yüzünden. Aynaya baktığımda gördüğüm ben, ben değildim. Haykırmak istiyordum “Hayır bu ben değilim” diye. İnsanlarla tanışmak, konuşmak istemiyordum. Başımı pencereden bile uzatmak istemiyordum.

Böyle böyle derken geçen yılların üstüne bir yıl daha ekleniverdi. Son zamanlarda öylesine kötüleşmeye başlamıştım ki, sahip olduğum anksiyete beraberinde bir de anoreksiyayı getirdi. Annemin gözleri önünde eridim, o yine en iyi bildiği şeyi yaparak görmemezlikten gelmeye devam etti. Her gece anksiyete krizleri ile histerik bir şekilde ağlayıp duruyor, gün içinde ise hayalet gibi gezinip duruyordum. Artık umursamayı da bırakmış, başıma bir şapka geçirip çıkıyordum dışarı.

Yine böyle olduğu bir gün annem örtü takmam konusunda ısrar ederken, bir kavgadır patlak verdi. Tekrar bana “Orospu mu olacaksın” yaftaları ile konuşmaya başladığı sırada kan beynime sıçrar gibi oldu. Başımdaki şapkayı da fırlatıp “Yap ne yapacaksan” diyerek çıktım dışarıya. İlk önce yakama yapıştı, ardından “Gelme bir daha bu eve” diyerek çarptı kapıyı. Birkaç gün ablamda kaldım, eve geldiğimde ise kavga etmek yerine geçtim karşısına. İlk dediğim şey “Ne olursa olsun ben kızınım, benden vaz geçme” demek olmuştu. Ağlayarak konuştuk, ve bitmişti artık benim için. Göğsümdeki kuşlar çoktan ölmüştü zaten, uçamadılar ama yine de hafifledi omuzlarım.

Tabii ki hemencecik bitivermedi bu da. Annem utançtan benimle dışarı çıkamadı uzun süre, yüzüme bakamaz oldu tekrar. Beraber dışarı çıktığımızda da ağlanıp durdu bana. Ama hayır, yumuşamayacaktım. Zaten mahvettiğim hayatımı bir yerden toparlamalı, bir kez olsun kendimi mutlu etmek adına bencil olmalıydım. Sonrasında hırçınlaştı, itip kaktı, saçlarımı çekiştirdi ve daha niceleri. Şimdi bunlar da bitmeye başlıyor yavaşça, ama bana hala “Ne zaman kapanacaksın” baskıları yapmaya devam ediyor. Ben ise pek kulak asmamaya çalışıyorum.

Üstümde öylesine bir yorgunluk var ki, ulaştığım düzlük bile beni dinlendirmiyor artık. Aynaya baktığımda hala tanıyamıyorum kendimi. Nefretim bir gram bile azalmadı, bir nebze dahi olsun dinlenemedim. Kaybettiğim kendimi bulmaya çalışıyorum. Saçımı nasıl severim, nasıl sevmem, kıyafetlerimi nasıl giyerim, nasıl giymem, küçücük bir çocuk gibi kendimi keşfetmeye çalışıyorum. Her gün bir şekil yapıyorum saçımı, sanki bir gün birileri zorla başıma tekrar örtü geçirecek gibi. Bunun kabuslarını görüp duruyorum. Ama dediğim gibi, daha hafifim. Saçlarım uçuyor rüzgarda, saçlarımın kokusu burnuma doluyor, gülümsüyorum kendi kendime.

Çok uzun tuttum, biliyorum, ama neresini kessem eksik kalacaktı her şey. Umarım bir gün hepimiz saçlarımız rüzgarda dalgalanırken gökyüzüne bakarak gülebiliriz kendi kendimize.

(Görsel: Ferdinand Hodler)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir