Hatırlıyorum, pembeydi oje, tırnaklarıma ne de çok yakışmıştı.

Merhabalar, ben 22 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Size kendi hikayemden bahsetmek istiyorum. Dini düşünce ve geleneksel yapıdaki tutuculuğu inanılmaz derecede yüksek bir ailede doğdum. Akrabam olan kadınların hepsi kapalı ve kadın-erkek hepsi namaz kılar. Çocukken (6) hep etek ya da elbise giydirirlermiş. 5 yaşından sonra hiç pantolonlu fotoğrafım yoktur çünkü “Ağaç yaş iken eğilirmiş.” Çocuk gibi değil, hep yetişkin ve muhafazakâr bir kadın gibi büyütüldüm.

Hiç unutamadığım bir şey ile başlamak istiyorum. 2. sınıfa gittiğim zaman bir arkadaşım okula oje getirmişti. Daha önce hiç oje görmemiştim. Arkadaşım “Gel sana da sürelim” demişti. Ben de çocuk aklı merak ettim işte, “Olur” demiştim. Hatırlıyorum, pembeydi oje, tırnaklarıma ne de çok yakışmıştı. Yıkanınca çıkar diyordum ama öyle değilmiş. Eve gittiğimde annem, şok oldu “Nereden buldun bunu da sürdün eline”, “Günah bunlar, baban görürse dövecek seni” diye bir yandan bana bağırıp bir yandan sıcak suyun altında tırnaklarıyla kazıyarak çıkartmıştı ojelerimi. O günden çekildiğim bir fotoğrafım var baktıkça içerleniyorum. Gözlerim kan çanağı gibi kırmızı… Anlayamamıştım o zaman, neden bu kadar kötü bir şey olsun ki, güzel duruyordu. “Muhafazakâr ailelerde çocuk olmak zordur. Ama kız çocuğu olmak çok daha zordur.” Bir de o sıralar, annem sohbet gruplarına yeni yeni gitmeye başlamıştı. İçindeki geleneksellik ve muhafazakârlık, sohbetlerle birleşince her şey daha zor olmaya başlamıştı. Babam desen aynı geleneksel ve dini baskılar…

Çocuksun “Ne baskısı olabilir ki” diyesi geliyor insanın, ama oluyor işte. Bizim doğu aile yapısında kız çocukları belli bir yaştan sonra bisiklet sürmez, sokakta oynamazdı. Çocukken bisiklet sürsek de etekle sürerdik çünkü pantolon giymek kız çocuklarına haramdı. Çok içimde kaldı bisiklet sürememek.

Bu arada orta okuldayken en nefret ettiğim zaman, yazın olan serbest giyim zamanıydı. Hep istemediğim uzun etekler, uzun kollu badiler giydirip duruyorlardı. Aslında dışarıda da böyle giydiriyorlardı ama orada bana “Bu uzun kollu ile terlemiyor musun” diye soran kimse olmadığı için garipsemiyordum. Biz Batı’da yaşıyorduk, bu gelenekler neden peşimizi asla bırakmıyordu? Şimdilerde anlıyorum ailemin yaşadıkları yer değil, kafa yapıları dardı.

Zaman geçtikçe ben büyüyordum, 4. sınıftan itibaren artık hafta sonları Kuran kurslarına gönderiyorlardı. Başlarda eğlenceli geliyordu. Çünkü kendimi yabancı gibi hissetmiyordum. Herkes benim gibi giyiniyordu. 5, 6 ve 7. Sınıf derken yazları da Kuran kurslarında kalmaya başladım. Tabii bu süreçte annem okula beni örtü ile göndermek için psikolojik baskılar yapmaya başlamıştı. Tahmin edersiniz ki çok direndim. Evet, başarmıştım orta okula örtü ile gitmemiştim. Bu sıralar hafta sonları annemin sohbete gittiği kişilerin Kuran kursuna gidiyordum. Evet, her şey iyiydi ama okula gittiğimde bu kıyafetleri, bu örtüyü istemediğimin gerçekten farkındaydım. Ancak en çok içimi acıtan evde etek ve eşarp takmam gerektiğiydi. En saçma şey bu ve bunun için ne kadar çok savaşsam da yapamadım hala çünkü biz edepten yapmalıymışız, bu saygıymış babam için, o da kendi ailesinin içinde hep böyle görmüş.

8. sınıfa geldiğimde artık örtü takmam için olan baskılar sadece annemle değil babamla da başlamıştı. Örtüsüz ne bakkala ne de gezmeye gidebiliyordum. Ama yine de okulda takmıyordum ve bu benim için inanılmaz bir başarıydı. Ancak tercih dönemi aldığım bir karar ile hayatım kararmıştı. Liseye geçme dönemine geldiğimizde artık annem ve halam o Kuran kursunda temelli kalmam için sürekli psikolojik konuşmalar yapmaya başlamıştı. Annem “Eğer liseye saçın açık gideceğini düşünüyorsan yanılıyorsun. Artık örtüsüz okula adımını atamazsın, kapıya kadar da olsa kapatacaksın başını” demeye başlamıştı. Ve biliyorum yapardı. Çok düşündüm ben kapalı bir şekilde okula gidemezdim, gitmek istemiyordum. Kuran kursu da benim gibi ailesi olan kızlarla doluydu, ne sorun yaşayabilirdim ki? Aslında ailem içindeki sürekli olan bağırış ve şiddetten de kurtulurum gibi geldi. Kaçış gibi düşündüm anlayacağınız. Zaten liseye gitseydim, asla saçım açık göndermezlerdi. Biliyordum bir yaştan sonra ailemde kapanmanın zorunlu olduğunu, bari kendim yapayım da tartışma çıkmasın dedim. Keşke demeseydim…

Zaten asıl hikâye burada başlıyor. Liseye gitmedim, Kuran kursuna gittim. 2 ayda sadece 3 gün tatili olan bir kursa… Hayatımda verdiğim en korkunç karardı. Başlarda her şey gayet normaldi ya da ben 14 yaşında olduğum için bana öyle geliyordu.

Seneler geçtikçe dini temsil eden bu yerde eşitsizlikler olduğunu fark ettim. Neden dini öğretiler yerine dikiş, oya, temizlik öğretiliyordu? Resmen evlenilecek ev hanımı yetiştiriyorlardı. Neden kurs hocalarının ve çocuklarının evini temizlemeye gönderiliyorduk? Neden bir konuda bir şeyi unuttuğum için Allah katında sorumsuz biri olarak nitelendirilip bir sürü hakaret ve azara maruz kalıyordum o küçük (14) yaşımda? Bu gerçekten de Allah için miydi? Hepimiz insandık madem, neden hocaların kızları daima kayrılıyordu? Hani hepimiz Allah katında eşittik ve tek üstünlük takvadaydı? Neden hep talebeler çürük şeyleri israf etmemek için yemeliydi? Bunları kafamda oturtmam çok zaman aldı. Öncesinde hep kendimi suçlardım. “En iyi hizmeti ben yapmalıyım çünkü ben Allah için yapıyorum” derdim. Kendimi o kadar yıpratmıştım ki bazı sırt rahatsızlıkları geçirmiştim ve hastaneye gitmeme izin vermemişlerdi. Şu an hala en ufak ağır kaldırdığımda sırtıma inanılmaz bir acı giriyor. İşte o an ve bunun gibi olaylardan sonra fark ettim ki burada hiçbir şey Allah için değildi. Her şey çıkar üzerine kuruluydu. Oysa ben oraya senelerimi vermiştim Allah için (!) ama asıl olaylar göründüğünden kat kat daha derinmiş. Çoğu kişi Allah için -miş gibi yapıyorlardı ve bu kişiler sohbet dersi veren hocalardı. Meğer ben, kendimi hep boşuna yıpratmışım.

17 yaşımda iken bu düşüncelerim derinleşti, fark ettim ki bu doğru bir dini savunma ve yaşama şekli değildi ve asla olamazdı! Oradan kurtulmaya kararlıydım. 18 yaşına bastığımda artık anneme orada kalmak istemediğimi söyledim. Başta her şey normaldi. Babam da “Olur” dedi. Zaten 5 sene kaldıktan sonra hala orada kalmamı pek de istemiyordu, hep “Biraz da bizimle kal” derdi. Sonra çıktım ancak hocaların istekleri dışarıda da asla bitmiyordu. Sürekli “Sen yaparsın, zaten Allah için yapıyorsun” diye diye o kadar çok sorumluluk yüklediler ki kaldıramıyordum. Bazen sohbetlerde görevli olarak bir günde iki farklı yere gönderiliyordum. Bir yandan sırtım için fizik tedavisine başlamıştım. Artık daha fazla kullanılmak istemediğimi söyledim kendime ve onların sohbetlerini de bıraktım. Tamamen kurtulmalıydım onlardan ama unuttuğum bir detay vardı; akrabalarım, halamlar ve annem…

Onların sohbetlerine gidiyorlar ve benim yaptığımın münafıklık olduğunu, o peçeyi çıkartmamın beni kötü bir kadın yaptığını söyleyip durdular. Pes etmedim. Bana kalsa direkt çıkartmak istiyordum örtüyü çünkü ben aslında hiçbir zaman istemedim takmayı, hep zorla oldu. Neyse ki sadece siyah değil artık renkli eşarplar da takmaya başladım. Zaten yıllarca istemeyerek taktığım eşarbın bir de renginden dolayı sorunlar başlamıştı. Giydiğim çorabın açık siyah renkli olmasına kadar her gün bağırış çağırışlarla geçiyordu günlerimiz, hoş hala aynı… Ama bir gün kurtulacağım ve farkındaydım, en başından beri bunların hiçbirini isteyerek yapmadığımı.

Saçlarımı hep çok severdim mesela. 8. sınıfta iken hep düzleştirirdim, aynanın karşısında saatlerce uğraşırdım çünkü gerçekten severdim saçlarımı… Açılmak istediğimi her söylediğimde ciddi tepkilere ve hakaretlere maruz kaldım.

Yurttan temelli çıkmadan önceki seneler açık liseye başlamıştım, elimde diplomam olsun diye. Sonra üniversiteye hazırlanmaya karar verdim, beni evdeki iğnelemelerden kurtaracak tek yer orasıydı. Abimler her zaman destekçim oldular okumam konusunda ama annem ve babam, pek istemedi hatta hiç istemediler ama bıraktılar. Açık öğretim sınavlarıma deli gibi çalışmaya başladım ve mezuniyetimin asıl tarihinden erken bitirdim. Annem sınavımın olduğunu bildiği zamanlarda bile, beni evde o kadar çok çalıştırıyordu ki normal zamandan fazla. Bunun tek bir açıklaması var ama dile getirmek kalbimi acıtıyordu. Biraz zor oldu ama babam beni bir özel eğitim kuruma gönderdi çünkü artık başka çaresi yoktu. Abimlere üniversite okutuyordu ve bana yapmazsa haksızlık olacaktı. İlk söylediği şey; “Dışarıdakiler gibi tunik pantolon giyersen gebertirim seni ve o kurumdan da alırım, okuyamazsın” idi.

Ferace giyiyordum kendimden tiksinerek ama olsun üniversiteyi kazanmak için katlanacaktım. İlk derste, sınıf ortamını ne kadar özlediğimi fark ettim. Gözlerim dolmuştu mutluluktan, yaşıtlarımlaydım ve okuyacaktım.

Dersler ilerledikçe fark ettim ki herkes benden çok biliyordu, farkındaydım. Onlar 1 çalışıyor ve anlıyorlardı ama ben 5 çalışmalıydım, bunun farkındaydım. Bu beni bazen üzse de “Öğreneceğim” dedim. “Ya bir öğrenci rasyonel sayıyı dahi bilmez mi?” demişti bir matematik hocam ama bilmiyordu benim buraya gelmek için neleri göze aldığımı, nerelerden geldiğimi. Çok ara vermiştim hatırlamam mümkün değildi. Ama kararlıydım ilk senemde kazanacaktım. Sağ olsun, emeğini asla ödeyemem dediğim bir hocam oldu, bana ailemin aksine hep inandı, destek oldu. Şu an kazandıysam onun bana inancı ve emeği sayesindedir. Her ne kadar acı ile başlamış olsam da 2018 yılında kazanmıştım üniversiteyi hem de TM’den 4 yıllık bir üniversiteyi, benim için nasıl bir huzur olduğunu anlatamam. Evde resmen koştum, sadece koştum.

Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissettiysem de çok uzun sürmedi. Bana aldıkları kıyafeti, ben “İstemiyorum” dedikçe hakaretler edip bana zorla giydirilen feraceyi asla unutmadım ve unutmayacağım. İstemediğim şeylerin içinde nasıl özgüvenim yerinde olabilir ki? Neyse ki şu an üniversite 3. sınıftayım. Bitecek dediğim acıların üniversite kazanınca aslında bitmediğini sadece hafiflediğini anladım. Sadece ben okuldayken acılar azalıyordu ama eve her geldiğimde aynı sorunlar aynı bağırışlar devam ediyordu. Bu süreçte o kadar iyi anladım ki bu işler öyle üniversite ile filan olacak şeyler değil. Ben ne zaman başka bir şehirde ayrı bir eve çıkarım ve kendi işim olur, o zaman istediğim hayatı yaşayabilirim.

Rüzgârda istediğim gibi kızıl saçlarımı savuracağım. Hayallerimin önündeki engelleri tek tek kıracağım ve ölmeden önce istediğim hayatı yaşayacağım, hem de bütün kalbimle… Kendime ve bize inanıyorum. Asla pes etmeyeceğim, etmeyeceğiz, bir gün mutlaka başaracağız.

Kızıl saçlı kadın.

(Görsel: Cagnaccio di San Pietro)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir