Babam olmadığı için erkek akrabaların hepsinin üzerimde ayrı ayrı söz hakkı vardı.

Hikâyemi kim okuyacak, bilmiyorum ama buraya yazmak bir görevmiş gibi hissediyorum çünkü başardım… Bu sayfayı görmeden önce başörtü takmak zorunda kalan, inanmadığı bir dinin zorunluluğunu yerine getiren bir tek benim sanıyordum. Önce yalnız olmadığıma sevindim, sonra ‘yalnız olmadığım’ için üzüldüm… Bu sebeple çoğu yazıyı da okuyamadım.

Ben 12 yaşındayken annem umre ziyaretine beni de götürdü. Bu benim için büyük bir şeydi; ilk defa uzağa gidecek, uçağa binecektim. Manevi olarak hiçbir değeri yoktu. Bu haberle birlikte tüm aile artık kapanmam gerektiğine kanaat getirdi, onları mutlu etmek için başörtü takmaya başladım. Pasaport için fotoğraf çektirmeye gittiğimde içimden ‘Bu ben değilim’ dedim. Oraya gittik. Kâbe’nin etrafındaki binlerce insan başta bana büyüleyici geldi, ‘Bu kadar kişi yanılıyor olamaz’ dedim. Sonra akşam şehirde dolaşırken kadınların olmadığını, peçe takmayan kadına kocasının vurduğunu, sadece erkeklerle dolu olan sokakları, tavaf yaparken mahrem yerlerime ‘yanlışlıkla’ dokunduğunu düşündüğüm insanları, babam olmadan gittiğimiz için satıcıların sürekli anneme “Koca nerede?” diye sormasını… Bunları görünce ağladım, “Evimi özledim” dedim. Çocuktum ama o sıcakta dağ ziyaretlerine bile oruç tutarak gidiyordum, dinin benim için bir anlamı yoktu.

Eve dönünce ferace dışında bir şey giymek istemedim çünkü alışmıştım. İçine kapanık, dikkat çekmeyen biri olmak da beni mutlu ediyordu. Düzenli ibadete ve sürekli dua etmeye başladım ama sonradan içimde bir şeyler koptu. İnancımdan vazgeçme hikayemden bahsetmek istemiyorum, ben sadece inanmaktan vazgeçtim. ‘Sen nasıl başörtülüsün?’ ile başlayan binlerce eleştiriden sonra, “Artık inanmıyorum bile, çıkarmam lazım” dedim. 5 yıl sonunda, lise 4’e giderken anneme bu durumdan bahsettim. “Ben ölünce yap, dayanamam, seni nasıl yetiştirdim, bunları da mı görecektim, sütümü helal etmem” sitemleri, “Alimden zalim, zalimden alim doğar” diyerek zalim olduğumu belirtmesi ve ağlamaları sonrası annemi üzmemek için böyle bir şey yapmadım. Fakat kendimden nefret etmeye devam ettim. Başörtüsünü güzel olmak için çıkarmak istediğimi sananlar ise hem böyle daha ‘nur’ yüzlü gözüktüğüme hem de kepçe kulaklarımı kapattığı için bunun daha güzel olduğuna beni ikna etmeye çalıştılar; mesele güzel olmakmış gibi…

İstediğim üniversiteyi kazanamadım ve 1 sene boyunca evde çalıştım. Başörtüsü ya da kıyafet almadım, her yere aynı şeylerle gittim. Annem, “Gel de sana şal alalım” dediğinde “Ben zaten çıkaracağım başörtümü” dedim. Annem benden bıktı, sürekli öğüt vermeye başladı. En zoru ise dedem… O kapanmam hakkında bana bir şey söylememişti ama çok muhafazakâr biriydi. O sene evde oje sürdüğümü görünce söylediği ilk şey “Senin büyüyünce ne olacağın belli” oldu. Annem, beni yıldırmak ve başkalarının beni ikna etmesini sağlamak için başörtüsünü çıkaracağımı herkese anlattı. Bütün kuzenlerim ve her yaştan akrabam bunun için fikir belirtiyordu. Babam olmadığı için özellikle erkek akrabaların hepsinin üzerimde ayrı ayrı söz hakkı vardı. Bir taraftan da açılmak istemiyordum çünkü 7 sene boyunca alışmıştım ve gerçekten korkuyordum. En sonunda annem, “Üniversiteye başlarken açıl ama büyük ihtimalle herkes üniversiteye gidince değiştiğini söyleyerek arkandan laf edecek” dedi. Üniversiteye başladım ama açılmak için hazır değildim. Çıkarınca da ben olmayacağım, dedim. Bizim ailede herkesin nefret ettiği boynu açık başörtüsü şeklini yapmaya başladım. Böylece kendimi ne başörtülü ne de başörtüsüz olarak görüyordum.

İlk senem bitti, eve döndüm. Anneme, “Ben başka şehirdeyken de yapabilirdim ama seni yanımda görmek istedim, her ne dersen de, bunu yapacağım, istersen benden vazgeç, gidip hem iş bulur hem okurum, bursum da var, ben artık büyüdüm” dedim. Zaten herkes “Bu kapanma değil” diyerek o başörtüsü modelinden nefret ettiklerini dile getiriyordu. 2 sene boyunca kullandığım başörtüsünü yıkadım, ütüledim ve annemin önünde dolaba kaldırdım. Dolaptan annemin gençlik fotoğraflarını çıkardım ve yanına kendi fotoğrafımı koydum. Birinde güler yüzlü, saçları boyalı ve elbiseli 20 yaşlarında genç bir kız vardı, diğerinde feraceli ve siyah başörtülü 14 yaşındaki halim. Ağlayarak saçlarımı kestim. Annem hâlâ inanamıyordu, geçmişte izin verdiğinde yapmadığım için yine vazgeçtiğimi düşündü.

Ertesi gün dışarı çıkmak için hazırlandım ve başörtüsü yoktu. Annem yine ağladı, “Ben başkalarına nasıl hesap vereceğim?” dedi, oturup akşama kadar beraber ağladık. En sonunda, “Tamam, en azından kuaföre gidelim, bu halin ne” dedi ve böylece kabullendi. İlk kez dışarı çıkacaktım ama mahalle bakkalı ne düşünür diye düşünüyorum, dedemden korkuyorum, bacaklarım titriyor… Evden korkuyla çıktım, elim sürekli saçıma gidiyor, garip hissediyorum çünkü çıplak gibiyim. Annem benden utandığı için uzun süre benimle bir yere gitmedi. Dedemse açık halde dışarı çıktığımda beni görmedi. Herkes bunu bekledi; dedemin patlamasını ve benim tekrar örtünmemi… Bir gün dedem bahçedeyken yanına indim, beni açık gördü, bir şey demedi. Kuzenlerime dedemin tepki vermediğini anlattım, herkes şaşkındı ve bahçede olduğumuz için bir şey demediğini düşündüler. Dedem daha sonraki zamanlarda da hiçbir şey demedi. En çok ondan korkmuştum ama bir şey söylemedi. Bu benim için bir mucizeydi çünkü dedem hem psikolojik hem de fiziksel şiddet uygulayacak kadar katı biriydi. Anneme benim hakkımda bir şeyler söylemiş ama dediğim gibi, yüzüme karşı söylemedi. Bunu herkes yaptı, bu kısmını umursamıyorum. Kimlik fotoğrafımı değiştirmeye gittiğimde bile memur, “Neden?” diye sorma hakkını kendinde buldu. “Okul fotoğrafımla şu anki halim uyuşmuyor” dedim, iğneleyici bir şekilde “Artık başörtüleri de alıyorlar okula, gerek yoktu” dedi.

En sonunda 19 yaşımda, 7 senedir başörtülüyken yeni kimlik fotoğrafım geldi… O çirkin biyometrik fotoğrafımı gördüğümde bile dünyanın en mutlu insanı oldum. Artık olduğum gibiydim, ne eksik ne de fazla ama gerçekten mutlu… Şimdi 20 yaşındayım, yazacak gücü 1 sene sonra buldum, kötü anılarımla barıştım ya da onları kabullendim. Kardeşlerim, hiçbiriniz yalnız değilsiniz. Gün gelecek, üzüntüyle okuduğumuz hikayelerden sonra kendi mutlu hikayelerimizi yazacağız; başkalarına umut olmak ve onları yalnız hissettirmemek için…

(Görsel: James Lloyd)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir