bu rüzgarlı yokuşun başında sizi bekliyorum

Selam, ben H. bu mektubu çok önce yazmıştım, telefonda karşılaşınca göndermek istedim. Şu an başarmış birinin kaleminden okuduğunuzu bilirseniz belki size daha çok umut verir bu mektup. Hepinizi çok seviyorum ve bu rüzgarlı yokuşun başında sizi bekliyorum.

Selam. Size içimde ve dışımda tüm karmaşasıyla devam eden savaştan ve bizi çevreleyen bu lanetten nasıl usul usul uzaklaştığımızdan bahsedeceğim.

Benim yarattığım ve bana sormadan bana biçilen kimlik arasında süren çatışmayı çerçeveleyen çelişkiler ruhumu tüketiyor. Beni saran laneti zapt edemiyorum, derime dikilen yamaları sökemiyorum üstümden. Dışarı başörtüsüyle adımımı attığım an sanki maskelerle, kostümlerle yürüyorum. Herkes beni farklı bi şekilde, farklı biri gibi görüyor. Okulda, sokakta, otobüste, kafede, her yerde insanlar beni gördüğü an kafalarında aynı imaj oluşuyor; siyasi görüşüm, dinim, neye karşı olup olmadığım. Bir dinin, siyasi partinin simgesiyle tanımlanmak istemiyorum.

Bundan ibaret olmak istemiyorum. Ben bu degilim. Ben beni çevreleyen fanusu okyanusa çevirecek olan kişiyim. Ben bu yolları yordamına ulaştıracak kişiyim. Ben beni gözetleyip kafesleyen her şeyden bir gün kaçacak kişiyim.

Hayat sanki bir maskeli balo gibi önümüze dikiliyor, her yerde rol yapmak zorundayız. Bu benim için o kadar katlanılamaz bir hâl aldı ki, her şeyi hiçe sayabilirim bu distopik kostümü derimden söküp atmak için.

Kendim gibi görünmek, insanların bana baktıklarında benim tam tersimi görmedikleri bir hayat yaşamak, ters olmayan bir aynaya sahip olmak o kadar uzak ki. Düz bi ayna bulup kendime çevirmek istiyorum. Bu ben değilim demek istiyorum. Bu ayna bi kez olsun yüzüme baksın istiyorum. Yüzüm sahtekar, yüzüm yalancı, yüzüm saydam bi canavar, parçalayacak tüm zehirleri.

Yüzüm suyu bulandıran bi taş gibi, onu en uzağa fırlatacağım. Ağzım alev alev yanan ateş gibi, kelimelerim ateşe verecek her yeri. Maskelerim bir bir düşecek kaygan zemine. Bu bataklıktan elimi kolumu sallayarak çıkacağım. Saçlarım dalga dalga dağılacak rüzgârda. Düştüğümüz karadelikte dans etmeyi öğretecek hayat bize.

hangi tezat ayırabilir şimdi bizi bizden? hangi hafriyat koparabilir, hızımızı toprağın ağzından? kim bizi hangi lekeyle sınayabilir? bu sanrıları biz burda yerle bir etmişken, bildiğimiz her düş, sağ çıkacak bu düşüşten.

Öldüğümüz yerden tutacağız yaşamı. Neremizden kırıldıysak oramızdan tutacak hayat bizi. Tanrı bu sefer bizim yanımızda. Şimdi size imkansız geliyor ama inanın bana, üstümüzdeki fanusu kırdığımız yarınlar kapıda. Aldığımız bütün yaralar kabuk bağlayacak. Aynalarla barışacağız artık, aynadaki aksimizde hiçbir tezat ifade olmayacak.

Alışveriş sepetine eklediğim bütün kısa elbiseleri giyeceğim gün gelecek, sokakta istediğim gibi salınacağım. Uçuk pembe ojeler süreceğim, incili tokalar ve şeftali rengi allık. Ellerimizde deforme olmuş maskeler, bacağımızda çiçekli elbiselerle yürüyeceğiz özgürlüğümüze. Bu rüzgârlı yokuşun başında sizi bekliyor olacağım.

Bu şiiri umutsuzluk içinde bu satırları okuyan herkese ithaf ediyorum, söz veriyorum, lütfen buna inan, illaki yaşayacağız bu hayatı. İllaki başaracağız, illaki alacağız özgürlüğümüzü. Bugün değilse yarın.

“onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
varsın zindanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir