Birbirimize sarılırsak rengimizi kimse çalamaz

Merhaba, bastırılmaya çalışılan eşsiz renklerini pasparlak yansıtmak için mücadele veren tüm güzel kadınlara!

Benim ailem bu platformda okuduğum çoğu hikayedeki aile gibi bilinçsiz ve aşırı baskıcı bir aile değil. Aksine harika bir ailem olduğunu ve pek çok konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Dini hayatlarının merkezine alıyorlar ve buna gerçekten samimi bir biçimde çok değer veriyorlar. Kendini agnostik olarak tanımlayan bir birey olarak, onların kendi hayatlarını yaşama biçimlerine elbette ki sonsuz saygı duyuyorum. Ancak sorun şurada başlıyor ki, onlar tarafından bana dini konularda aynı anlayışlılık ve sağlıklı bakış açısı ile yaklaşılmıyor.

Yaklaşık 11 yaşlarımda regl olduktan sonra benimle ilgili kapanma beklentisinin farkındaydım. “Şimdi kapanmak zorundasın” gibi bir durum ailem ebeveyn olarak nasıl yaklaşmaları gerektiğini iyi bir şekilde bildiği için hiçbir zaman olmadı. Ancak beklentinin o yönde olduğunun bilincindeydim ve bunun gayet doğal bir süreç olarak işleyeceği gibi bir hava içerisindeydi ailem.

O dönemde dini inancım çok kuvvetliydi. Ancak bir türlü başörtüsünün mantığını kafama oturtamıyordum. Her zaman güzelliğine önem veren, dişil enerjisi yüksek bir kız da olduğum için başımı örtmek bana hem büyük bir işkenceymiş gibi hem de çok mantıksız geliyordu. Ancak dini inancımı da kesinlikle sorgulamadığım için o zamanki aklımla bulduğum çözüm Hz. Muhammed’i rüyamda görerek onun “Evet başını örtmene gerek yok” gibi bir şey demesiydi. Bakınca çok gülünç görünmesine rağmen bunun için ciddi bir şekilde Kur’an okuyup çabalayacak ve buna çok içten inanacak kadar sağlıklı olmayan bir psikoloji içerisindeydim. Elbette öyle bir rüya hiç görmedim.

Ancak o dönem okuduğum bir kitap zaten fazlasıyla takıntılı görünen psikolojimin üzerine son darbeyi indirdi. Aldatılmış bir kadının yazdığı deneme tarzında bir kitaptı. Aldatılmasını dışarıdaki kadınların açıklığı ile ilişkilendiren, kendisini ve ilişkisini başörtüsüyle koruyabileceğini düşünen ve Allah aşkı gibi bir tema üzerine ilerleyen bir kitaptı. Bu kitap beni tamamıyla yazar hanımefendinin kendi psikolojisi içine soktu ve kendi isteğimle kapanmaya karar verdim.

İlk dönemlerde zaten dini inancım da güçlü olduğu için çok problem olmadı başörtüsü. Ancak kendimi geliştirmeye başlayınca ve psikolojim o takıntılı halden kurtuldukça dini sorgulamaya başladım. Sorguladıkça başörtüsü üzerimde çok daha rahatsız edici ve eziyet bir şey haline gelmeye başladı. Açılma kararımı hep erteledim. Ancak dini fikrimi net bir biçimde tanımlamaya, kendi argümanlarımı güçlendirmeye ve insanları da buna ikna etmeye başladıkça başörtüsü benim için en büyük işkence oldu.

Bu psikolojiyi yaşamayan kimse anlayamaz. Her gün dışarı çıkarken asla temsiliyetinin olmadığı bir benliği, tamamıyla zıt düşündüğüm bir karakteri yansıtmanın getirdiği varoluş sancısını asla tanımlayamam. Hayatın anlamının hepimizin eşsiz hikayeleriyle, karakterlerimizle oluşan benzersiz renklerimizi ortaya koymamız olduğunu düşünüyorum. Kendi rengimi yavaş yavaş tanıdığımı hissediyorum, enerjimi seviyorum, kadınlığımı seviyorum…

Ama o başörtüsünü taktığımda hiç olmadığım birinin enerjisine girmek zorundayım, benim ruhumu oluşturan kadınlığımı bastırmak zorundayım, enerjimi dizginlemek zorundayım. Dans edemem mesela, makyaj yapamam, kendimi en çok ben gibi hissettiren aktivite olmasına rağmen şarkı söyleyemem… Tesettür benim için çok büyük bir kafes. Yağmurun saçlarımı uçurmasını, rüzgarı saçlarımda hissetmeyi, gönlümce dans edip kahkaha atmayı, makyaj yapmayı, istediğim kıyafetleri giyebilmeyi, yani kendim olmayı, kısacası özgür olabilmeyi istiyorum. Verdiğimiz özgürlük mücadelesininin bu kadar insanca ve basit şeyler üzerine olması utanç verici.

İstediği gibi istediği kıyafeti giyebilen özgürlükte kadınlar nasıl anlayabilirler annenin aldığı hiçbir kıyafetin zerre mutluluk vermemesini, aksine içinde bulunduğun kafesi daha çok yüzüne vurmasını. Hiçbir kadın, fotoğraflardan ve aynalardan kaçacak kadar, yansıtmak zorunda olduğu görüntüsünden nefret etmeyi hak etmez.

Annem bu duygularımı hiçbir zaman anlayamaz, kendi isteğiyle kapanmış, varoluşunun baskılandığını hiçbir zaman hissetmeyecek kadar baskın karakterli ve güçlü bir kadın o. Dedim ya, ailem dini hayatlarında çok değerli bir merkeze koyar ve bunda gerçekten samimidir diye. Aslında bu benim bu başörtüsü işkencesini bu kadar sürdürmemin en büyük sebebi. Annemin dini değerlerinin dışına çıkan ama aslında benim değerlerimi, benim hayatımı, benim rengimi oluşturuyor olan küçük küçük şeylerden, onlar üzülmesin diye feragat etmeyi sürekli sürdürerek kendi etrafımdaki kafesi daha da güçlendirdim.

Annem bu dini çerçeveye giren her türlü şeyi çok büyük bir olay haline getirip kendini çok üzdüğü için üzerimdeki vicdan azabı ve sürekli kendini sorgulama hissi artık beni çok yıprattı. Ama artık bugünlerde bu tartışmalarımızın biri içerisinde tartışmanın yarısında alttan alıp olayı bitirmedim ve sürdürdüm. Evet annemle 3 gündür neredeyse konuşmuyoruz ama özgürlüğümü ve kendi hayatımı ele almak için böyle olması gerekiyor. Birkaç ay içerisinde de kesinlikle açılmayı planlıyorum. Artık kendi hayatıma kendim olarak devam etmek istiyorum. Bunun bir sonu olmalıydı. Küçük küçük şeylerle, aslında çok tatlı bir biçimde yavaş yavaş özgürlüğümün ve benliğimin elimden gittiğini, annemin aslında kötü niyetli bir farkındalığı olmadan beni kendisine dönüştürmek istediğini görüyorum. Ama ben onun değer yargılarıyla kendimi yargılamayacağım, benim hayatım, benim kendi özel rengim…

Yaşadığımız tüm baskılara rağmen kadın olduğum için hâlâ çok mutluyum. Kadınlık çok özel ve kutsal bir şey. Eril bir dünyada yaşıyoruz, eril duygularla bastırılmaya çalışılıyoruz. Halbuki kadınlar benliklerinde; denizden, kumsaldan, topraktan, güneşten parçalar taşır. Dengenin timsalidir. Başörtüsü, bir parçası olduğumuz muhteşem doğayla aramıza katmanlar koyarak bizi kadınlığımızdan uzaklaştırıyor ve rengimizi solduruyor olsa da henüz solmadık kızlar!

Biz yine mücadelemizde içimize dönüp bakalım ve kadınlığımızdan güç alalım, güzelliğimizden ilham alalım, rengimizi yaşatalım…

Bundan birkaç yıl sonra, hedeflerimin ışığında, özgür bir hayatı kendi benliğimle yaşıyor olmayı hayal ediyorum. Doğamızla aramıza koyacakları sınırlar, duvarlar onlara kalsın. Sınırları yıkacak hayallerimiz, bastırmaya çalışsalar da solmayan renklerimiz bize kalsın.

İnadına en giyemezsin dedikleri kıyafetleri giyeceğiz, kendi rengimizin en uçlarında dolanacağız, yapılamazları yapacağız! Her zaman mükemmel olmak, her zaman iyi hissetmek zorunda değiliz. Bu yazı eğer yayınlanırsa okuyan kadınları hiç tanımıyor olsam da aynı şeyleri hissettiğimizi en derinden biliyorum. Eğer şu anda bu platformdaysak büyük bir ihtimalle şu anda iyi hissetmediğimiz, sınırlandığımız bir dönemdeyiz. Olabilir, önümüzde hala yaşanacak ve kendi rengimizle boyayabileceğimiz çok an var. Kötü hissetmelerimiz, gözyaşlarımız, hatalarımız rengimizi daha da özelleştirir.

Bundan önce okuduğum bir yazıda, çok özdeşlik kurduğum birisinin yazısını bitirme cümlesi çok ruhuma dokundu. “Üzgünüm Ariana, sanırım Tanrı bir kadın değil!” diyerek bitiriyordu yazısını.

Ben Tanrı’nın kadın olduğu bir dünya yaratmayı hayal ediyorum. Bastırılan, sınırlandırılan, susturulan bütün güzel kadınlarla birlikte. Birbirimize sarılırsak rengimizi kimse çalamaz.

Bize, nerede olursa olsun birçok kadının hikayelerini kalbimizde hissetme ve yürekten sarılma imkanı veren Yalnız Yürümeyeceksin platformuna sonsuz teşekkürler. Ayrıca buraya kadar okuduysanız da çok teşekkür ederim, uzun oldu çünkü içimde susturduğum sayısız haykırış var.

Tanrının kadın olduğu bir dünya yaratmak umuduyla kalın,
Çokça Sevgi ve Dayanışmayla

Comment (1)

  1. O kadar güzelsin ki. Yazdıklarında kendimi buldum. Kendimiz olmayı istemek bu kadar zor olmamalı. Öpüyorum saçlarından..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir