Ailemi özlemiyordum çünkü ‘Allah için’ benden ilk vazgeçişleri değildi.

“Her zaman daha yobazı vardır.” Bu sözün sözler içinde bir yeri vardı. Vardı çünkü ne zaman ‘Tamam artık, bu sondur herhalde’ desem hep daha yobazıyla karşılaştım. Liseyi örgün şekilde okuma hakkım elimden alındı ve Kur’an kursuna gönderildim. Yıllarım orada geçti. Enes Kara’nın videosunu izlediğimde onu en çok anlayan kişilerden biriydim belki de. Çünkü söylediği her şey o kadar doğru ki… Hatta anlatmadığı birçok şey olduğuna da eminim. Ben elimden geldiğince anlatacağım.

Kur’an kursları gerçek dünyadan çok farklı, distopik yerlerdir. Dış dünya ile hiçbir bağlantı yoktur. Telefon yasak. Seni aramak isteyen kişi gün içinde belirli birkaç saatte arayıp seninle görüşebiliyordu. Tabii kadın olması şartıyla. Bu kişi baban, abin, kuzenin bile olmazdı. Çünkü ya gerçekten onlar değillerse? Ya onları abimiz diye kandırıp sevgilimizle konuşuyorsak? Eğer hafızlık yapıyorsanız sadece regl günlerinde kurstan çıkabilirdiniz. Kaldı ki bu bile sınırlıydı. Eğer derslerinizi düzenli vermediyseniz sadece birkaç gün eve gidebiliyordunuz. Onun dışında tatil zamanında bile hocanın istediği duanın ezberlenmesi ya da ödevlerin yapılması gibi sıkıcı sıkıcı görevler verilirdi. Tabii ki bu esnada yine telefonlarımızı vermiyorlardı. Bütün günüm Kur’an okumakla geçerdi. Sabah 6’dan akşam 9’a kadar ders çalışırdık. Arada birkaç saatlik dinlenme molası olurdu. Kursun içinde her zaman feraceli, başörtülü, boneli gezmek zorundaydık. Sabah 6 dersine bone takmadan gittiğim için nasıl azar işittiğimi hatırlıyorum. Sadece derse giderken değil, tuvalete ya da banyoya giderken bile kapalı olmak zorundaydık. Eğer başımız açıksa, üzerimizdeki kısa kolluysa ve bu halde bizi bir hoca gördüyse vay halimize! Küçük odalarda 6 kişi kalıyorduk, yemekler tek kelimeyle iğrençti. Sürekli aç kalıyorduk. Sürekli dışarıdan sipariş veriyorduk ya da abur cubur alıyorduk. Bunlara bile sınırlama getirilmişti. Bir ara noodle yemek yasaktı. Kısır yaptığı için yasakmış… Odamızda gizli gizli hazırlayıp yemeye çalışırdık ama kokusu dışarı gittiği için yine yakalanırdık.

Eve her gittiğimde aileme artık devam etmek istemediğimi, en kötü ihtimalle başka bir kursa geçmek istediğimi söylediğimde ise asla kaleye alınmazdım. Çünkü böyle bir şey söz konusu bile olamazdı. Sınıf arkadaşlarımızla en büyük hobilerimizden biri kahvaltıdan sonra derse hazırlanırken ‘Keşke başıma şöyle şöyle bir şey gelse de derse gitmesem’ diye hayaller kurmaktı. Her gün yeni bir hayal kurar, yeni bir kaza düşlerdik. Kolumuzu bacağımızı kırmayı düşünürdük. Sırf derse girip hocanın psikolojik şiddetine maruz kalmamak ve ders çalışmamak için. Hocaların psikolojik şiddeti neredeyse aileminkiyle eş değerdi. Sürekli bağırılmaya, hakaretlere maruz kalıyorduk. Hemen hemen her günümüz ağlamakla geçiyordu. Başka sınıftan bir arkadaşımız sınıfça ağladığımızı görünce “Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?” dedi. Bizim tek istediğimiz şey peçete oldu. Çünkü yardımcı olabileceği başka hiçbir şey yoktu. Evde aile baskısı, kursta hocalar ve kurs kuralları. Hiçbir şekilde özel hayat yoktu. Eğer herhangi bir şeyden şüphelenirlerse size ait her şeyi karıştırabilme hakkına sahiptiler. Gelen kargo karıştırılıyordu. Makyaj malzemesi, telefon, pantolon; bunlara görüldüğü yerde el konurdu. Sadece bu tarz somut şeyler değil, düşünmek de yasaktı. Eğer onların görüşlerine uymayan kitaplar okuyorsanız bire bin katarak ailenize haber giderdi ve hocalar size sanki bir pislikmişsiniz gibi bakmaya başlardı. Ben kitaplarımı dolabıma değil yatağımın arasına saklıyordum. Günlük tutmayı çok severim ama o bile sınırlıydı. Yazmak istediklerimi kâğıda bile dökemiyordum. Sansürlemem ya da şifreli yazmam gerekirdi. Çünkü eğer ortalıkta bir günlük bulunursa kimin olduğuna bakmadan direkt okunurdu.

Ailemi değil, sadece evimi ve odamı özlediğimi hatırlıyorum. Eve girince duvarlara sarılmıştım. Dizimi açıp kendime omlet hazırlamıştım ve o gün benden mutlusu yoktu. Ertesi sabah babam beni kursa bırakırken yolda hiç konuşmuyordum. Kursa giden son yola girdiğimizde kalbim sıkışmaya başlıyordu. Babama dönmek için yalvarıyordum ama nafile. Ailemi özlemiyordum çünkü ‘Allah için’ benden ilk vazgeçişleri değildi. Normal çocuklar okula başlamadan önce ailelerinin yanında anaokuluna giderken ben anneannemin yanında dini bir kreşe gidiyordum. Bu, ilk Kur’an kursu ve ailemi özleme deneyimimdi. Genelde anne-babası hayatta olmayanlar ya da ayrı olanlar büyükannesiyle yaşardı. Oysa benim durumum ikisi de değildi. O zamanlar annemi ve babamı o kadar çok özlüyordum ki zamanla hissizleştim ve onları özlemeyi bıraktım. Şu an bu hissiyatım hâlâ devam ediyor. Onları özlemediğim, arayıp sormadığım, yanlarına çok az gittiğim için genelde bana hep kırgın oluyorlar. Fakat artık elimde olan bir şey yok çünkü ailemi özlemeyi ilkokula başlamadan önce bıraktım.

Enes’i, hayattan bıkmışlığını, vazgeçmişliğini çok iyi anlıyorum. Kursa dönerken bilerek sağıma soluma bakmadan yola atıyordum kendimi. Belki ölürüm de kursa gitmem diye. 16 yaşlarındayım ve kursa gitmek yerine arabanın altında kalmayı tercih ediyorum. O ortamın içindeyken ne kadar korkunç bir şeyin içinde bulunduğunuzu tam olarak kavrayamıyorsunuz. Kurstan çıkıp normal dünyaya, normal bir yaşam süren insanların arasına karışınca olanları idrak etmeye başlıyorsunuz. Kurstan mezun olduktan sonra bunu hemen üzerimden atamadım. Bazı sabahlar artık kursa gitmediğimi unutuyordum ve birazdan gideceğim diye modum düşüyordu. Sonra bittiği aklıma geliyordu, seviniyordum. Her gün kendi yatağımda uyuyup uyanmak, istediğim yemeyi hazırlayıp yiyebilmek büyük bir lüks geliyordu. Çünkü ben bunları sadece 1 gün yaşamak için hocadan 40 takla atarak izin alıyordum. Artık günlerim hep böyle mi geçecekti? Rüya gibi…

Ailem tıpkı Enes’in ailesi gibi, amaçları ‘ağaç yaşken eğilir’ fikri. “Biz sizi salih insanların yanına güzel yerlere gönderiyoruz. Yaşıtlarınız gülüp eğlenirken siz ilim irfan yolundasınız, mükafatınız çok büyük olacak. Biz Allah için sizden vazgeçiyoruz”. Bu tarz sözler evde tekrarlanıp dururdu. Hayır, beni güzel bir yere göndermediler. Eğitim hakkım elimden alındı ve hiç istemediğim bir ortamda zorla tutsak edildim. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Sadece istemediğimi söyleyebiliyordum. Bunun için diretemiyordum bile çünkü ailemden de hocalarımdan da ne kadar korktuğumu hatırlıyorum. Allah için benden vazgeçerken keşke benim rızamı da almış olsalardı. ‘Askere giden erkek olgunlaşıyor’ mantığıyla ‘Kursa gidenler çabuk olgunlaşıyor, ağır başlı oluyorlar’ derlerdi. Hayır, ben çabuk olgunlaşmadım, ağır başlı olmadım, olmak da istemedim. Sadece hayat enerjim kalmamıştı, içime kapanmıştım ve yüzüm gülmüyordu. Yine de görmek istemeyen görmüyordu. Sadece birkaç akrabam bayramlarda seyranlarda yüzümü görünce anlayıp babamı uyarıyordu: ” Bu kız önceden çok neşeli şen şakraktı, hepimizi güldürürdü, şimdi iyice içine kapanmış, çok mutsuz gözüküyor”. Tabii bunların hiçbiri etki etmiyordu.

Aradan 5 yıl geçti. Hâlâ ara ara rüyalarımda kendimi kursun koridorlarındayken ya da ders çalışırken görüyorum ve nefes nefese uyanıyorum. Buradaki çoğu kadın gibi başörtüsünü çıkardım. Artık eskisinden çok farklı bir hayatım var. Tabii ki bundan ailemin haberi yok. Her dışarı çıktığımda acaba tanıdık biri var mı, beni görmüş müdür korkusuyla yaşıyorum. Kur’an kursuyla ilgili travmatik rüyalarıma bir yenisi daha eklendi. Yakalanmadığım sürece aileme söylemeyi asla düşünmüyorum. Çünkü asla anlamayacaklar. Neyle karşılaşacağımı da bilmiyorum ve korkuyorum. Enes’in “Ailem her şeyi yapabilme potansiyeline sahip” sözü bu durumu açıklıyor aslında. Benden sonrasını etkilemeyecek olsa belki bir gün cesaretimi toparlayıp söylerdim ama ardımda bir kız kardeşim var. İmam Hatip’e gitmesine, küçük yaşta başörtüsü takmasına engel olamadım. Ama belki daha fazla baskılanmasını önleyebilirim. Çünkü ailem her şeyi öğrendiğinde benden vazgeçip tek kardeşim olan kız kardeşimi ideal evlat konumuna getirmeye çalışacak ve baskılayacak. Belki onunla görüşme şansım bile olmaz. Keşke hiçbirine yalan söylemek zorunda kalmayıp özgürce ve korkmadan yaşayabilseydim. Ama ne yazık ki böyle bir şey mümkün değil. Ben yalanlar söylemeye, korku içinde yaşamaya devam edeceğim; onlar da inanmaya. Bu mektubu yazarken bile acaba çok mu ayrıntı verdim, ya birisi görürse korkusu var içimde. Pardösümün boyunu kısaltmıştım diye hayatımın belli bölümünü zindan eden insan, başörtüsünü çıkardığımı öğrenirse ne yapar; hiç bilmiyorum ve genelde ne yapacağını düşünmemeye çalışıyorum. Sanki o gün hiç gelmeyecekmişçesine.

(Görsel: Osman Hamdi Bey)

Comments (3)

  1. Madamerves

    İnanılır gibi değil, o kadar benzer hayatlarımız var ki. Aslında hangisi daha berbat emin olamıyorum. Keşke şu ülkeden defolup gidebilsek, sonuçta onlar bizi sadece ALLAH RIZASI için seviyor, allah bize değer vermezse onlar da vermez. Bizzat duydum böyle biz sözü annemden. “Allahın gözünde sen sadece cehenneme gidecek bir odunsun, benim gözümde de dağdaki teröristten daha betersin” dedi mxmcnxmxnxmxmmxnx. Kesinlikle rezil bir hayatım var ama atlatıyorum

  2. zakkumçiçeği

    Neden bilmiyorum ama bu mektup beni çok etkiledi

  3. Merhabalar, çoğu insanın bilmediği noktaları anlatman çok kıymetli bunlar artık fazlasıyla duyulmalı. Enes Kara videosunu izlerken ben de ona en az senin kadar hak verdim. Beni en çok etkileyen kısım ise senin de kız kardeşin olması ve benimle aynı düşünceleri beslemen. Benim kardeşim henüz ilkokulda ama ben aileme açılmak istediğimi söylediğimden beri “Bu da daha da bozulmadan imam hatibe göndermeliyiz.” lafı ağızlarından eksik olmuyor. O kadar içim acıyor ki açılırsam kardeşimin geleceğinin bozulmasına da yol açarım diye. Şimdi en azından bir nebze tavsiye dinliyorlar ama açılırsam asla izin vermezler kardeşimin yanında bile olmama. Açılma tereddütlerimden biri de bu galiba, kardeşim de benzer berbat yollardan geçsin istemiyorum. İçim yanıyor düşündükçe bile. Seni çok iyi anlıyorum, hikayeni paylaştığın için de çok teşekkürler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir