Yavaş yavaş silahlarımı kuşanıyorum

Belki içinizde benim kim olduğumu anlayanlarınız olacaktır, olsun. Benim hikayem 11 yaşımda başladı. Ailem bana hiçbir zaman kapan demedi, ben etraftaki herkes kapalı olduğu için “kendi rızamla” başımı örttüm. Ailemin mensup olduğu bir hücre evinde, oradaki üyelerin kızları bana bone buldular, iğne buldular ve başımı örttüler. Oradan çıktığımda babam beni ilk defa başörtülü gördüğünde çok sevinmişti. Oldum olası annesinden nefret, babasından sevgi görmüş bir kişi olarak babamın mutluluğu beni de mutlu etmişti. Eve geldiğimde ise annem beni köşeye sıkıştırıp “Kapandın diye kendini bir şey mi sanıyorsun? gibi şeyler söyledi. (??) Beni aşağıladı. O zaten beni aşağılamaya, örselemeye bahane arayan biriydi. Bırakın beni sevmediğini, benden nefret ettiğini düşünerek geçirdim çocukluğumu. İçimden geçirirdim hep; sevmeseydi ama nefret de etmeseydi benden keşke, en azından nötr olsaydı diye.

Annemin nefretiyle babamın sevgisiyle büyürken kardeşimle bazı kavgalarımda önce bana uyguladığı şiddeti anlamadım. Klasik abla kardeş kavgası gibiydi görünürde, ama o dişimi kırdığında annem sadece dönüp bana önemsemeyen bakışlarını dikti ve kafasını geri çevirdi. Gözlerinin içine bakıp bana azzzzzzzzzıcık bir sevgi belirtisi göstersin diye. Buraya daha sonra geleceğim.
Bu sırada ben başörtülü biçimde o hücre evi gibi saçma yerlere gidip şirki tağutu öğrenmeye devam ediyordum tabii. Radikal bir Müslüman’dım o yaşta, her namazda dua ederdim, savaş çıksın ve ben regl olmadan (amel defterim açılmadan) şehit olayım, cennete hesapsız gireyim. Kendimden o kadar nefret ettirilmiştim ki günahlarım çok büyük diye düşünüyordum. Adeta varlığım büyük bir günahın ta kendisiymiş gibi. Her ne kadar başörtüsünü kendi irademle örtmüş olsam da, hep sokaktaki mutlu, etekli, başı açık, lisesinden dersten çıkmış sokakta tek başına arkadaşlarıyla yürüyebilen o kızlara bakıp merak ederdim; acaba öyle yaşamak nasıl bir his?

Bu sırada, kardeşim bana uyguladığı şiddete devam ediyordu ve seferinde annemin umursamaz tavırlarına, sert bir duvara 200 km hızla çarpan bir araba gibi çarpıyordum. Kişiliğim çok örselendi, onurum çok zedelendi, gururum çok ayaklar altına alındı. Bir seferinde bu şahıs gözümü morarttı ve tam da o gün nedense annemlerin belediye tesisinde yemek yiyesi tuttu. Ben asla gitmek istemedim, o halde beni aşırı bir ısrarla ve zorla oraya götürerek halice karşı balık yedirdiler. Garsonların acıyan bakışları altında… İçim nasıl ezildi anlatamam, o an sadece “Hayır ben aciz, güçsüz, zavallı biri değilim.” diye bağırmak istedim. Bağırsam da böyle ne fark edecekti sanki, inanırlar mıydı bana?

Olayları belli bir düzende veya kronolojik anlatamıyorum, o yüzden biraz daldan dala atlayacağım. Annemden beklediğim sevgi belirtisi durumu çok uzun zaman sürdü. O kadar sevgisiz bıraktı ki beni, aşk acısına ithaf edilen şarkıları ben anne sevgisizliğine ithaf ederek dinliyordum. Annem bana aynı zamanda sistematik psikolojik şiddet uyguluyordu ve bu acıyı bastırabilmek için kollarımı kesip evde, yazın ortasında hırkayla dolaşmak zorunda çok kaldım. Bu yaptığımdan haberleri de vardı, ama umurlarında değildi. Evdeyim ya, yanlarındayım ya, kendimi assam umurlarında değildi. Zaten erkek kardeşimin bana uyguladığı sistematik fiziksel şiddet olaylarında da sessizlerdi. Hatta onu “sakinleştirmek” için yine bana hakaret ediyorlardı. Bu beni şiddetin kendisinden kat kat fazla delirten bir durumdu. Hep arkamdan saldırırdı. Bana kendimi savunma fırsatı vermemek için. Hep kafama enseme vururdu.

Bir gün, küçük erkek kardeşime psikolojik baskı yaptığını duydum. Sinirlendim, çünkü küçük kardeşimi severim. İçeri daldım, napıyosun sen ya vs., bir şeyler söyledim işte. O da sana ne, dedi sırıtarak. Orada duran kar küresi gözüme ilişti, elime aldım, bunu kafana fırlatırım kaybol gibi bir şeyler dedim, hatırlamıyorum. O an bana saldırmaya başladı, kafama sayısız yumruk attı. Sonra salona gitti. Ben o kar küresini aldım salona gittim yalpalayarak. Salonda oturmuş, yaptığından memnun, gururlu sırıtışını gördüm ve kar küresini kafasına fırlatmaya çalıştım, ancak beynim hasar gördüğü için ona fırlatacağıma tam tersi yönde fırlattım. Anneannem her zaman yerde yatardı, kar küresi ona doğru geldi, anneanneme gelmedi, ama o tarafa geldi işte. Kardeşim olacak yaratık bu sefer sen bana kar küresi mi fırlatıyorsun, gibi bir şeyler söyleyerek daha acımasızca enseme ve kafama çok ağır yumruklar indirmeye başladı. Tatmin olunca bıraktı, odasına çekildi.

Anneannem uyandı, annemi aradı ve yine o canavarlaştırdığı o yaratığı bana karşı anneme savunmaya başladı. X. yine Y.’yi sinirlendirdi vs. vs. demeye başladı. O sırada ben cinnet halindeydim. Telefonunu alıp koltuğa fırlattım. Ertesi gün annemler eve geldi, ben son kez umut ettim. Belki bu sefer annem halimi görür diye. Evet halimi gördü, bana saldırmaya başladı, yine bana karşı acımasızdı, anneannemin telefonunu fırlatmamı bahane ederek üstüme gelmeye başladı. O an banyoya koştum kapıyı kilitledim. Dönen başımla kaybolan el, beyin koordinasyonumla babamın jiletini aramaya başladım. Tam buldum bileğimi dikine yaracakken bir şekilde banyonun kapısını açtılar. Babam ellerimi tuttu, beni sürükleyerek banyodan çıkardı. Ne oldu biliyor musunuz? Annem mutfaktan aldığı büyük bir tahta kaşıkla bana acımasızca vurmaya başladı. Babamın yapma çığlıkları arasında… Babam elimi bırakamıyordu çünkü bıraktığı an bileklerimi yaracaktım. O sırada annemin gözlerinde hayatım boyunca görmediğim ve muhtemelen de göremeyeceğim katılıkta bir nefret gördüm. Bakışlarım merhamet dilerken boşluğa bakmaya başladı. İşte annemi orada sildim kalbimden. Ondan umudumu kestim. O yaşıma kadar dilendiğim sevgi, acıma, merhamet hiç yokmuş.

Bunun üzerinden 10 yıl ya da daha fazla geçti, annem elden ayaktan düşmeye başladı artık ve bana gösterdiği sevginin haddi hesabı yok. Artık çok geç anne, sen içimdeki o senden sevgi dilenen o çocuğu öldüreli çok oldu.
Bu mektubu yıllardır yazmak istiyordum, ancak cesaret edemedim o yüzden çok uzun. Parça parça yazmayı planlıyordum ama tek seferde yazmaya karar verdim parça parça yayınlanır belki.

Bunları anlattım çünkü başörtümü açma sürecim bu yaşadıklarımdan güç aldı. Daha kötü ne olabilirdi ki? Her şey bu başörtüsünü gerçekten kendi isteğimle mi örtüyorum düşüncesinin beni ele geçirmesiyle başladı. Aslında bu çok hızlı oldu. Çıkarmaya karar verdiğim hafta sonu evden çıkamadım, çünkü dışarı nasıl çıkacağıma karar veremedim. Bir Pazartesi günü aniden okula başım açık gittim. O gün giyindim hazırlandım ve kapıdan çıkmaya çalıştım. 11 yıldır taktığım başörtüsü kafamda olmadan… Kapıyı açamadım elim gitmedi. Ama ya şimdi ya hiçti. Kapıyı yine açamadım, geldim gittim, geldim gittim. En sonunda koridorun en sonuna gittim, derin bir nefes aldım ve çok hızlı yürüyerek kapıya gittim ve o hızla açtım dışarı çıktım. Herkesin bana bakacağını düşündüm. Çünkü şimdiye kadar başımı kapatmazsam taciz edileceğim öğretilmişti bana. Hatırlıyorum, ışıklardan karşıya geçerken fark ettim ilk defa rüzgarı. Okulda başımı açmama sevinenler de vardı, uyuz olanlar da vardı. Kötü tepkilere kulak tıkadığım gibi gelen pozitif tepkilere de kulak tıkadım. Çünkü ben kimseye yaranmak için açmamıştım başımı.

Akşam babamlar eve geldiler ve başımı açamayacağımı vs. söylemeye başladıkları esnada, okula zaten bir haftadır başım açık gittiğimi söyledim. Bunun üzerine annemin tansiyonu, babamın şekeri fırladı. Fenalaşmaya başladılar, ancak bu beni sinirlendirdi. Salona giderek, “Benim başımı açmamla sizin tansiyonunuzun, şekerinizin bir alakası yok!” diye bağırdım. Bunun üzerine ikisi de bir anda kendine geldi. Hatırlamıyorum, birkaç gün sonra falan eve ellerinde farklı farklı alimlerin tefsir kitaplarının, başörtüsü babını içeren nüshalarıyla geldiler. Bir bir kucağıma koyup bana “Bak bak, burada şöyle yazıyor, şurada böyle yazıyor.” demeye başladılar. Bir müddet cevap vermeye çalıştıktan sonra sabrım taştı ve bütün kitapları alıp masaya çarptım ve “Bunların hepsi erkek, bana kadın bir alimin içtihadını göstermediğiniz sürece asla dikkate almayacağım!” dedim. Başka bir gün yine tartışma çıktı başımı açmamla ilgili. Bu sefer babam ayağımı eline aldı ve bu şekilde dışarı çıkamayacağımı, çıkmamam için de ayağımı kıracağını söyleyerek ayağıma yumruklar atmaya başladı. İslam’da başını açanın ayağını kırın diye bir hüküm olmadığını ve şu an şirk koştuğunu söyledim ve error verip ayağımı bıraktı.

Bundan sonrası bana bok muamelesi yapmalarıyla devam etti. Annem tekrar başımı kapatmam karşılığında bana araba almayı bile teklif etti, reddettim.
Başımı açalı 6 yıl falan oluyor sanırım. Benim açılma sürecim defansif değil ofansifti evet. Gücümü İslamî bilgimden aldım, kendi silahlarıyla onları vurdum. Her hamlemden önce yapabildiğim kadar araştırma yapıp veri biriktirdim ve ayağımı sağlam basmaya çalıştım. Bu yüzden ofansiftim, yavuz hırsız ev sahibini bastırır hesabı.

Şu an başım açık laf edemiyorlar, ancak hala istediğim gibi giyinemiyorum. Yanlarında bir sonraki savaşım bunun üzerine olacak.
Yavaş yavaş silahlarımı kuşanıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir