Kız çocuklarını değersiz gören bir ailenin 3. kızıyım

Merhaba sevgili dertdaşlarım. Çok taze bir olaydan sonra içimi dökmek istedim. Dindar bir ailede büyüdüm, ama yaptıklarının dinle bir ilgisi olmadığını biliyorum. Çünkü İslam bunların anlattığı gibiyse dinden çıkacağım diye düşünmem üzerine doğru kaynaklardan araştırma yaptım. Doğru olan İslam’ın bu yobazlarla ve yobazlıkla alakası olmadığını gördüm. Öncelikle bunu belirtmek isterim.

Hikayeme gelecek olursak, ben 19 yaşında, özgürlüğüne oldukça düşkün bir mahkûmum. Kendimi en iyi böyle tarif edebilirim sanırım. Bu yüzden özgürlüğümün üstüne gölge düşmesine dahi tahammülüm olmadığı halde 19 yıldır hiç özgür olmadım. Oldukça çelişki içeren bu durum yıllar içinde beni çok yıprattı.

En başa dönecek olursak, kız çocuklarını değersiz gören bir ailenin 3. kızıyım. Üçüncü çocuk erkek olur hayallerini kıran o kişiyim yani. Belki bu yüzden, belki bilmediğim bir sebepten annem beni pek sevmezdi. Babamsa erkek çocuğu doğana kadar beni erkek gibi giydirip öyleymişim gibi varsaymış olacak ki, az çok sevgisini hissederdim. Daha sonra kardeşim doğdu ve babamın bana olan sevgisinin yerini büyük bir nefret aldı. Zaman içinde eski babamı bulamamam ve sevgisizlik beni çok asi bir kız yaptı. Kısıtlanmalar, psikolojik ve fiziki şiddetler de cabası. Babamdan korkuyordum. Hiçbir sıkıntımı söyleyemezdim, çünkü bir kere bile bana destek olup haklı bulmazdı. İşin ucunda daima şiddet vardı. Ya fiziki ya da psikolojik. Bana bağırdığı zamanlarda kalbimin bedenimi terk etmek istercesine çırpındığını hatırlıyorum. Kendime sarılıp moraran kollarımı öptüğümü…

İlkokulda öğretmenim tarafından taciz edildim. O zamanlar bunun ne anlama geldiğini bilmesem de kötü bir şey olduğunu, bana çok büyük kötülük yapıldığını hissediyordum. Söyleyemedim. Zihnimde kayıp bir gün var. İleriye gitti mi, onların namus dediği kavramı benden aldı mı diye 2-3 yıl öncesine kadar endişeliydim. Ancak artık bir suçum olmadığını biliyorum. O kayıp gün zihnimde sağa sola çarpar geceleri. Delirme raddesine gelirim. Yine böyle bir gecede annem odaya girdi. O an tek isteğim beni sarmasıydı. O yapmadı, ben yapmak istedim. “Delisin sen” deyip itti beni. Sarmadı. Hiç sarmamıştı zaten, kollamamıştı. Korkuyla büyüdüm. Babamdan korktum, amcamdan, yanımdan geçen herhangi bir erkekten korktum. Kapattım kendimi, arkadaşlarıma sığındım. Bunu serserilik olarak düşündüler. Yoldan çıkıyormuşum. O süreçte yediğim dayaklar, banyoya kitlenmelerim… Tek tek anlatmayacağım kadar uzun.

Sonra beni Kuran kursuna verdiler. Ceza olarak gönderdiler, ama aslında benim için cennetti. İlk etapta yetimhanede gibi hissetsem de sonradan şiddetsiz bir hayat yaşamak hoşuma gitti. Arkadaşlarım, hocalarım çok iyiydi, ama benim farklı bir hayalim vardı: Savcı olmak… Buna izin vermediler, okula gidemezdim. Bu kez kursa hapsolmuş gibi hissettiğimden, günden güne çöktüm. Tüm yaşadıklarım, konuştuğumda susturulmalarım, dayak yedikten sonra ağlayınca bir daha dayak yiyip, sonra da zorla güldürüldüğüm günlerin acısı çökmüştü omuzlarıma. Aldığım nefes ruhuma diken misali batar olmuştu. Bana bir gün bağırarak neden böyle olduğumu, derdimin ne olduğunu sorunca gerçekten merak ediyor sanıp anlattım. Taciz edildiğimi, belki de tecavüz edildiğimi ama o günün zihnimde bulanık olduğunu anlattım. Ancak bana “Sen fahişeliği iyi bilirsin, zaten ruhunda var benzeri bir şey” dedi. Dünyam başıma yıkılmıştı. Bağırmaya, küfür etmeye devam etti. Ancak benim için bir uğultudan ibaretti.

İçimde bir fısıltı vardı sadece, “Kaç, kurtar kendini”. Başka bir şey duyamaz oldum. Üniversite için kayıt yaptım ve gitmek için her şey tamamdı. Otobüste defalarca aradılar. Annemin dediği tek şey “Beni yalnız bıraktın, ben tek ne yapacağım” oldu. Evlendirdiği iki kızdan sonra benimle baş başa kalmıştı ve mecburi istikamet gibi bir şeydim. İkinci dediği şey ise “Altınları almadın değil mi” oldu. Tek bir çöp bile almadım oysa.

Velhasıl, okulun olduğu şehre gittim. Çalıştım, okudum, yaşadım! Ancak bir noktadan sonra geçmişim peşimi bırakmadı. Kaldıramadım ve ağır depresyon tanısı konuldu. Yaşamaya devam edemiyordum ve geri döndüm. Ancak pişmanım. Biraz sabredip kendimi iyileştirmek varken, beni asıl hasta eden insanların arasına geri döndüm ve daha az önce yıllar önceki travmama, yarama tuz bastı babam. Bana yaptığı, unutamadığım, beni hasta eden travmaları kendisi hatırlamıyor bile.

Sizde açılmış yaraları tek tek sarabilmek çok isterdim sevgili dostlarım. Ancak kendi yaralarımı dahi saramadım henüz. Sadece bir şarkı armağan etmek istiyorum sizlere. Onların asla hatırlamadığı, ancak sizi içten içe bitiren her yaranız için bir armağan. Sevgiyle kalın.

~sena şener -porselen kalbim~

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir